Aydınlanma
Çağı
Aydınlanma Çağı olarak adlandırılan tarihsel dönem, Aydınlanma felsefesinin 18. yüzyılda doğup benimsenmeye başladığı dönemdir. Batı toplumunda
17. ve 18. yüzyıllarda gelişen ve akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez
kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik
kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımlar.
Aydınlanmaya yol açan başlıca düşünsel
gelişmeler Rönesans ve Reform hareketleridir. Aydınlanmanın ilk temsilcileri olarak
genellikle Rene Descartes ve Gottfried Wilhelm Leibniz kabul
edilir.Almanya'da Johann Gottfried Herder, Immanuel Kant, Christian Wolff; Fransa'da Denis Diderot, Claude Adrien Helvétius, Montesquieu, Jean-Jacques Rousseau, Voltaire; Büyük Britanya'da David Hume, John Locke ve Thomas Paine Aydınlanma çağının en önemli temsilcileridir.
Aydınlanma Çağı, akıl'ı kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm toplumsal yaşamın ve düşünüşün buna
göre şekillendirilmesine yönelinen dönemdir. Kant, aydınlanmacılığı, "aklı kullanma cesareti" olarak
tanımlandığında, genel olarak Aydınlanma Çağı'nın felsefesini vermektedir. 18. yüzyılda Avrupa'da ortaya çıkıp
gelişmiş ve "aydınlanma" fikriyle yaygınlaşmıştır.
Kant, aydınlanma düşüncesinin kurucu ilkesi olan
akıl konusunda şöyle der:
Aydınlanma, insanın
kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu
ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna
başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile
düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının
kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini
gösteremeyen insanda aramalıdır Sapere Aude! Aklını kendin
kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.
Aydınlanma çağının
ana fikri, akıl aracılığıyla doğru bilgilere ulaşılabileceği ve bu doğru bilgi
ile de toplumsal yaşamın düzenlenebileceğidir. Öte yandan bilim alanındaki
önemli gelişmeler de aydınlanma çağına öncülük eder ve bu çağda ayrıca çok
yoğun yeni bilimsel gelişmeler kaydedilir. Daha 15.yüzyıldan itibaren
meydana gelmeye başlayan yeni keşifler ve icatlar bu süreci hazırlamış, bunun
sonunda da "karanlık çağ" olarak değerlendirilen Orta Çağ'ın sonuna gelinmiştir. Deney ve
gözlem, aklın uygulama araçları olarak bu dönemde bilimsel yöntemim ilkeleri
biçiminde ortaya çıkmış ve doğa bilimlerinde önemli gelişmelere kaynaklık
etmiştir.
Dinde meydana gelen
yenileşme hareketleri de, dinsel düşüncenin giderek geriletilmesi ve
Aydınlanmacılıkla birlikte kuruculuk ve egemenlik gücünü kaybetmesiyle
sonuçlanmıştır. Rönesans ve reformlarla başlayan bu gelişmeler, aydınlanmacılıkla doruğuna
varmış ve buradan itibaren Modernite denilen sürecin oluşumunu hazırlamıştır. Bu sürec
aydınlamacılıkta ifadesini bulan köklü bir zihin değişikliği anlamına
gelmektedir.
Newton ve Kopernik ile tüm bir evren-dünya kavrayışı değişime uğramış, Descartes ve Kant gibi isimlerle bu değişen zihniyetin felsefi düşüncesi
geliştirilmiştir. Avrupa'daki endüstri devrimleri de
bu sürecin maddi temelini oluşturmaktadır. Yeni ve bambaşka toplumsal ve
ekonomik ilişkiler icerisinde yaşamaya başlayan insanlar, ortaya çıkan yeni
düşünce biçimleriyle dünyaya bambaşka gözlerle bakmaya başlamışlardır. Bunun
sonucunda modern yaşamın temellleri atılmıştır. 1789 Fransız İhtilalinin temelinde, Fransız aydınlanmacılığının belirleyici bir etkisi vardır.
Doğuşunda
ve Gelişmesinde Belirleyici Bazı İsimler
George Berkeley
Claude Adrien Helvétius
Jean le Rond d'Alembert
David Hume
René Descartes
Denis Diderot
Etienne Bonno de Condillac
Francis Bacon
Galileo
Gotthold Ephraim Lessing
Gottfried Leibniz
Immanuel Kant
Jean-Jacques Rousseau
John Locke
Julian Offray de Lamettrie
Kopernik
Laplace
Lois Rene de
Caradeux de la Chalotais
Montesquieu
Newton
Spinoza
Thomas Hobbes
Voltaire
Aydınlanma
Döneminde Bilim
Aydınlanma, insanın
kendi aklı ve deneyimleri ile geleneksel
görüşler ve ön yargılardan kurtulmak ve akla dayanarak, dünyayı kavramak
düzenlemeye çalışmaktır. Bu anlamda Aydınlanma Çağı insan aklının bağımsız
olması gerektiği düşüncesine dayanır. Öyleyse benimsenmesi gereken tavır
inanmak değil, bilmek olmalıdır.
Bu genel belirlemeden anlaşıldığı üzere, burada
sorgulanmak istenen insan varlığının anlamı ve bu Dünya’daki yeridir. Nitekim
Aydınlanma’nın gelenekselleşmiş bir tanımını veren Kant’a göre Aydınlanma, insanın
kendi kusurları sonucu düşmüş olduğu olumsuz durumdan, yine kendi aklını
kullanmak suretiyle çıkma çabasıdır. Gerçekte insan içinde bulunduğu
olumsuz duruma aklın kendisi yüzünden değil, ama onu gerektiği gibi kullanmayı
bilmemesi yüzünden düşmüştür. Bu yönüyle Aydınlanma’nın, Ortaçağ düşüncesine ve yaşam anlayışına
karşıt bir dünya görüşü olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
Aydınlanma’nın temel özelliklerinden birisi de, doğa ile akıl arasında bir uygunluk olduğunu
ve akılsal yapıda olan bu doğayı aklın rahatlıkla kavrabileceğidir.
Doğa ve Bilgi Felsefesi
Bu dönemde bilginin doğasına ilişkin
tartışmalar yoğunlaşmış ve Tümevarım Yöntemi Hume tarafından sorgulanmıştır.
Fransız ansiklopedistlerinden D’Alembert ve Diderot gibi araştırmacılar
Rönesans’tan bu yana üretilen yeni bilimsel bilgi birikimini, Ansiklopedi adlı
yapıtta bir araya getirmeye çalışmışlardır.
Voltaire ise, Newton’un Principia’sının Kıta Avrupası’nda
tanınmasını ve yayılmasını sağlamıştır.
Descartes
Modern felsefenin ve
analitik geometrinin kurucusu olan Descartes (1596 – 1650) için de, Bacon’da
olduğu gibi, amaç doğayı egemenlik altına almaktır. Çünkü insan ancak o zaman
mutlu olabilir. Fakat doğa, skolastiğin sağladığı bilgilerle egemenlik altına
alınamaz. Böylece Descartes’ın da skolastiğin insanı yanlışa götürdüğünü
düşündüğü anlaşılmaktadır. Ona göre, bunun iki nedeni vardır.
1-Skolastiğin kavramları açık ve seçik değildir.
2-Bu yöntem doğru bilgi elde etmeye uygun
değildir.
Böylece Descartes yeni bir yönteme gereksinim olduğunu belirtir. Çünkü ona
göre doğruyu yanlıştan ayırt etme gücü, yani akıl (sağduyu) eşit olarak
dağıtılmıştır. O halde bu kadar yanlış bilginin kaynağı akıl olamaz. Böylece
Descartes, insanların yanlışa düşmelerinin tek nedeninin doğru bir yönteme
sahip olmamaları olduğu sonucunu çıkarır.
Bundan sonra
yöntemini kurmaya çalışan Descartes, öncelikle bu konuda kendine nelerin
yardımcı olacağını araştırır ve iki şeyin bulunduğuna karar verir:
1-Klasik mantık
2-Eskilerin kullandığı Analiz
Descartes, eskiden
beri kullanmakta olan bu iki yöntemden klasik mantığın, bilinenleri başkalarına
öğretmekte, genç zekaları çalıştırmakta ve onlara bir disiplin kazandırmakta
yararlı olduğunu, ancak yeni bir bilgi elde etmekte işe yaramadığını belirtir.
Çünkü ona göre, bu mantıkta biçim ve içerik ayrılmıştır. Oysa ki bilgide biçim
ve içerik iç içedir.
Eskilerin kullandığı
analize gelince, Descartes, Platon’dan beri eskilerin matematiğin en yalın
bilim olduğunu ve diğer bilimlerin temelinde yer aldığını, fakat kendi
dönemindeki matematiğin bu özellikten yoksun bulunduğunu belirtir. Bunun
üzerine eskilerin matematik çalışmalarını incelemeye koyulur ve Papus’un
Matematik Koleksiyonları adlı kitabında kanıtlamanın iki boyutundan söz
edildiğini belirler. Bunlar analiz ve sentezdir.
Descartes bu iki
yoldan analizin daha doğru olduğuna karar verir. Matematikle ilgili çalışmaları
sonucunda da analitik geometriyi bulur. Burada esas olan bir cebir denkleminin
bir geometrik şekille anlatılmasıdır. Descartes’ın bu önemli buluşundan sonra
diğer önemli bir katkısı da geometri ile cebir arasında kurduğu paralelizmin
aynı şekilde matematik ve diğer bilimler arasında da kurulabileceğini
belirtmesidir. Çünkü ona göre her hangi bir bilimde bir şeyi bilmek demek
aslında sayı ve ölçüden başka bir şey değildir. Bundan dolayı da bütün
bilimlerde tek bir yöntem uygulamak olanaklıdır. Bu da matematiksel yöntemdir.
Böylece ilk defa bütün bilimlerin yönteminin tek bir yöntem olduğu
belirtilmiştir. Bu nedenle Descartes’ın yöntemine evrensel matematik yöntem
denmiştir.
Descartes bu yöntemini dört kuralla
temellendirmiştir.
1-Apaçıklık Kuralı: Doğruluğu apaçık bilinmeyen hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemek, yani
acele yargılara varmaktan ve ön yargılara saplanmaktan çekinmek, yargılarda
ancak kendilerinden kuşkulanılmayacak derecede açık ve seçik olarak kavranılan
şeyleri bulundurmak.
Bu kuralda dikkat
çeken en önemli yön insanın bir konuyu araştırmaya başlarken, ön yargısız
davranmasının gerekliliğidir. Bu ise oldukça zordur. Çünkü insan hem doğuştan
getirdiği, hem de yaşamı boyunca edindiği pek çok ön yargıya sahiptir. Bunu
aşmak ise çok zordur. Ancak Descartes bunun için yöntemsel kuşkuculuk’u önerir
Bu yöntemin esası,
sağlam bir nokta buluncaya kadar sezişle apaçık olarak kavranılamayan her
şeyden kuşku duymaktır. Bu yönüyle kuşkucuların yöntemlerinden tamamen farklı
olan yöntemsel kuşkuculuk, Descartes’ın deyimiyle, gerçeği, yani kayayı bulmak
için gevşek toprak ve kumu atmak amacına dayanır. Böylece elde edilen bilgi
artık kendisinden kuşku duyulmayan, apaçık olarak kavranılan, doğruluğuna
güvenilen bilgi olacaktır.
2-Analiz Kuralı: Bu
kural incelenecek problemlerden her birini, olanaklar ölçüsünde ve daha iyi
çözümlemek için gerektiği kadar parçalara ayırmayı belirtir, yani karmaşık ve
karanlık olan önermelerden, basamak basamak daha yalın önermelere inmek ve daha
sonra bu yalın önermelerden başlayarak daha karmaşıkların bilgisini elde
etmektir.
3-Sıra Kuralı: En
yalın ve bilinmesi en kolay şeylerden başlayarak, tıpkı basamak basamak bir
merdivenden çıkar gibi, derece derece daha karmaşık olanların bilgisine
yükselirken, doğaları gereği ardı ardına sıralanmayan şeyler arasında bile bir
sıra olduğunu öngörerek düşünmeyi yürütmektir.
4-Sayış kuralı: Bu
kural hiçbir şeyin unutulup atlanmadığından emin olmak için, her yönden tam
sayış ve genel tekrar yapmayı belirtir. Burada dikkat edilmesi gereken dört
nokta vardır. Sayışın sürekli, kesiksiz, yeter ve sıralı olması.
Descartes’ın bu
analiz ağırlıklı, yöntemsel kuşkuculuğa dayanan yöntemi, felsefe için gerçekten
çok yenidir. Bu anlamda o, modern felsefenin kurucusu kabul edilmiştir. Ancak
onun bu başarısını bilimde de gösterdiğini söylemek zordur. Çünkü bilim
anlayışında önemli yanlışlar vardır. Aslında bilimlere matematiğin
uygulanabileceğini belirtmesi önemlidir. Örneğin fiziği matematiğe, daha
doğrusu geometriye indirgemeye çalışması yanlıştır. Çünkü modern bilim
anlayışında bilimlerin inceleme alanlarını geometrik nesnelere indirgemek, yani
yalnızca yayılım olarak düşünmek olanaksızdır. Bundan dolayı da, Descartes’ın
anladığı anlamda matematiksel yöntem bilimlerde başarıyla uygulanamaz.
Bilimin yöntemi ve
kartezyen felsefe sistemiyle ünlü olan Descartes, aynı zamanda büyük bir
matematikçidir. Cebirsel işlemleri geometriye uygulayarak analitik geometriyi
kurmuştur. O zamana kadar geometri ve cebir problemleri kendi özel yöntemleri
ile ayrı ayrı çözülmekteydi. Ancak Descartes, cebir ve geometri arasındaki bu
mesafeyi ortadan kaldıran, cebiri geometriye uygulayan genel bir yöntem ileri
sürdü. Descartes’ın bu yönteminin iki amacı vardı:
1. Cebirsel işlemlerle, geometriyi şekil
kullanımından kurtarmak.
2. Cebir işlemlerine geometrik yorumlarla anlam
kazandırmak.
Descartes bu bağlamda, ilk defa koordinat
geometrisi fikrini şekil de görüldüğü gibi ifade etti.
Buna göre, ox ve oy
doğruları, o noktasında (orijinde) birbirlerini dik olarak keserler. Bu
doğrular, aynı düzlemde bulunan bir P noktasının konumunu belirlemek için
eksenler olarak kullanılır. P noktasının konumu, eksenler üzerinde OM=x ve PM=y
uzaklıkları ile belirlenir. Yani P(x,y) noktasının tanımlanabilme koşulu x ve y
gibi iki parametre yardımıyla sağlanmaktadır. x ve y uzaklıklarına P noktasının
koordinatları denir. x ve y arasındaki farklı münasebetler aynı düzlemde farklı
eğrilere tekabül eder. Böylece, eğer y, x ile orantılı olarak büyürse, yani
y=kx olursa, bir doğru parçasını ve y=kx2 olursa, bir parabolü temsil eder. Bu
tür denklemler cebirsel olarak çözülebilir ve bulunan neticeler geometrik
olarak yorumlanabilir. Bu şekilde, daha önce çözülemeyen ya da çok güçlükle
çözülebilen pek çok fizik probleminin çözümü bundan sonra (örneğin Newton’da)
mümkün olmuştur.
Descartes bütün
fiziğin bu şekilde geometrik ilişkilere indirgenebileceğini düşünerek, bütün
evreni matematiksel olarak açıklamaya çalışmıştır.
Descartes fizik ve
evrenbilimle de ilgilenmiş ve 1644 yılında yayımladığı Principia Philosophia
(Felsefenin İlkeleri) adlı Latince yapıtında ileri sürmüş olduğu Çevrimler
Kuramı ile Newton’dan önce evrenin yapısı ve işleyişine ilişkin mekanik bir
açıklama getirmişti; bu yapıt, daha sonra Fransızca’ya çevrildi ve Avrupa
düşüncesi üzerinde çok etkili oldu.
Aristotelesçi
hareket düşüncesi, gezegenleri yöneten gücün, aynı zamanda onları ileriye doğru
sürükleyen güç olduğunu benimsiyordu. Aslında Yunan Mitolojisi’ne, yani bir
savaş arabası ile atlarla donanmış Apollon (Güneş) tasarımına dayanan bu inanç
Hıristiyan Mitolojisi tarafından da benimsenmiş, ancak atların yerine meleklerin
gücü geçirilmişti. Diğer taraftan 16. yüzyılın önde gelen gökbilimcilerinden
Tycho Brahe ve yandaşları, Aristotelesçi Evren Kuramı’na sonradan eklenen ve
gökcisimlerini taşıdıklarına inanılan saydam ve katı kürelerin bulunmadığını
gözlemsel olarak kanıtlamışlar ve böylece büyük bir sorunun doğmasına sebebiyet
vermişlerdi: Şâyet gökcisimlerini saydam ve katı küreler taşımıyorsa, ne
taşıyordu? Mekanik oluşumları, maddenin madde üzerindeki etkisiyle açıklamak
gerektiğini düşünen Descartes, uzayın boş olmadığı görüşüyle birlikte, bir
cismin devinebilmesi için gerekli olan kuvvetin başka bir cisim tarafından
sağlanması gerektiği görüşünü de gelenekten almıştı; fakat artık atları ve
melekleri kullanmıyordu. Bütün gezegenlerin, akışkan özdekle dolu bir uzayda
oluşan çevrimlerin, yani girdapların veya hortumların merkezinde bulunduğunu
savunuyordu. Bu çevrimlerin dönüşü, merkezlerinin yakınında çok hızlıydı ve
gezegenlerin eksenleri çevresinde dönmelerini sağlıyordu. Çevrimlerin dış
kısımları ise, gezegenlerin sahip oldukları uyduları dolandırıyordu. Yerel
gezegensel çevrimler, merkezinde Güneş’in bulunduğu daha geniş bir çevrimin
içine oturmuştu; öyle ki bu çevrim, gezegenleriyle birlikte diğer çevrimlerin
düzenli bir biçimde Güneş’in çevresinde dolanmasını sağlıyordu.
Bu kuram çok
akıllıca ve ilk bakışta çok çekiciydi; çünkü başka olguların yanında Yersel
dönüş sırasında neden güçlü hava akımlarının oluşmadığını ve küçük cisimlerin
neden Yersel çevrim merkezine doğru gittiklerini veya düştüklerini açıklayabiliyordu.
Bir varsayım,
öndeyişlerinin doğruluğu ile yargılanmalı ve değerlendirilmelidir. Descartes’ın
varsayımının güçsüzlüğü, matematiksel olarak işlenememesi ve bu nedenle yeterli
düzeyde denetlenememesi ve sorgulanamamasından kaynaklanıyordu; ama matematiksel
olarak gösterilemediği için denetlenmesi ve sınanması olanaksızdı. Akışkanların
devinimine ilişkin sorunlar, 17. yüzyıl matematiğinin dışında kalıyordu.
Descartes’ın varsayımından yararlanarak, Güneş’e daha yakın olan gezegenlerin
daha hızlı hareket etmeleri gerektiğini öngörmek olanaklıydı; fakat
gezegenlerin uzaklıkları ile dolanım süreleri, yani periyotları ararsında
bulunması gereken kesin ilişkiyi ve bağlantıyı öngörmek olanaksızdı. Ayrıca,
karmaşık bir çevrimler dizgesinde, bir gezegenin çizdiği yörüngenin biçimini
öngörmek de mümkün değildi. Gezegen devinimlerine ilişkin yasalar, Kepler
tarafından matematiksel bir kesinlikle ortaya konulmuştu ve artık Kepler
Yasaları’nın kendisinden çıkarsanacağı doyurucu bir mekanik kurama gereksinim
duyulmaktaydı; bulanık ve niteliksel bir biçimde gezegen devinimlerinin temel
özellikleriyle ilgilenen kuramlar, artık ömürlerini tamamlamışlardı.
Matematik
Bu dönemde Euler ve
Lagrange integral ve diferansiyel hesabına ilişkin on yedinci yüzyılda başlayan
çalışmaları sürdürmüş ve bu çalışmaların gök mekaniğine uygulanması sonucunda
fizik ve astronomi alanlarında büyük bir atılım gerçekleştirilmiştir. Mesela
Lagrange, Üç Cisim Problemi’nin ilk özel çözümlerini vermiştir.
Leonardoda Vinci
Rönesans'ın habercilerinin başında gelen Leonardo da Vinci (1452-1519) sistematik bir eğitim görmemiş olmasına karşın, bilgi dağarcığını iyi geliştirmiş ve bilim ve teknolojiye önemli katkılarda bulunmuş ansiklopedik nitelikte bir bilim adamıdır. Leonardo, öncelikle bir ressam olarak ad yapmıştır; onun muhteşem yapıtları bazı kiliselerin duvarlarını; günümüzdeki önemli müzeleri süslemektedir. Ancak resim çalışmalarını sağlıklı bir şekilde yürütebilmek için bir seri anatomi ve perspektif çalışmaları yapmak ihtiyacını hissetmiştir. Bu çalışmalardan perspektifle ilgili olanını Leon Battista Alberti ve Pietro della Francesco gibi devrinin matematikçileriyle birlikte yürütmüştür. Bunlardan Francesco matematiğin yanı sıra resimle de ilgilenmiştir.
Diğer yandan Leonardo, yapı bilgisine gereksinme duymuş ve başta insan yapısı olmak üzere bazı canlı yapıları kapsayan bir anatomi çalışması yürütmüştür. Bu çalışmalarında enjeksiyon tekniğini uygulayarak, yani dokular arasına kısa zamanda donan bir maddeyi zerk ederek, yapıyı tespit edip, onu en ince ayrıntısına kadar, en doğru şekilde belirlemeye çalışmıştır. Bu gayretleri sonucunda, özellikle kalp, mide, muhtelif damarlar ve kasların yapısını günümüze uygun olarak belirlemeyi başarmıştır. Kalbin kapakçıkları ve hareketi üzerinde dikkatini yoğunlaştırarak, kalbin adeta bir tulumba şeklinde çalıştığını belirtmiştir.
Leonardo anatomi çalışmalarını karşılaştırmalı olarak yürütmüş, insanın anatomik yapısı ile muhtelif hayvanların anatomik yapılarını karşılaştırmıştır. Bunlardan biri de atların bacak ve ayak kemikleri ile insanınki arasında yaptığı ilginç ve günümüzde de doğru olarak kabul edilen karşılaştırmasıdır. Teknoloji ile ilgili olarak bazı projeler geliştiren Leonardo, kuşların kanat ve kas yapısından hareketle, insanların da belli bir düzenek sayesinde uçabileceği anlayışını geliştirmiş ve bu yolda bazı araştırmalar yapmıştır. Aynı şekilde balıklar gibi, insanların da denizin altında yaşayabileceğini varsayan Leonardo'nun ilk denizaltı projelerini geliştirdiği görülmektedir.
Leonardo bir ressam, bir bilim adamı ve bir mühendistir; ancak o günlerde yaygın olarak kabul gören hümanizm görüşünü de desteklemiş ve klasik Yunan düşünürlerinin ve yazarlarının yeniden incelenmesi ve benimsenmesi gerektiğini hararetle savunmuştur. Ona göre bilim adamları tıpkı Aristoteles ve Platon gibi, kendi düşüncelerini hiçbir etki altında kalmadan geliştirmeli ve savunmalıdır.
On altıncı yüzyıl bilimlerde otoritelerin yıkıldığı bir dönemdir; astronomide Batlamyus sistemi yıkılırken, tıpta Galen otoritesi son bulmuştur.
Rönesans'ın habercilerinin başında gelen Leonardo da Vinci (1452-1519) sistematik bir eğitim görmemiş olmasına karşın, bilgi dağarcığını iyi geliştirmiş ve bilim ve teknolojiye önemli katkılarda bulunmuş ansiklopedik nitelikte bir bilim adamıdır. Leonardo, öncelikle bir ressam olarak ad yapmıştır; onun muhteşem yapıtları bazı kiliselerin duvarlarını; günümüzdeki önemli müzeleri süslemektedir. Ancak resim çalışmalarını sağlıklı bir şekilde yürütebilmek için bir seri anatomi ve perspektif çalışmaları yapmak ihtiyacını hissetmiştir. Bu çalışmalardan perspektifle ilgili olanını Leon Battista Alberti ve Pietro della Francesco gibi devrinin matematikçileriyle birlikte yürütmüştür. Bunlardan Francesco matematiğin yanı sıra resimle de ilgilenmiştir.
Diğer yandan Leonardo, yapı bilgisine gereksinme duymuş ve başta insan yapısı olmak üzere bazı canlı yapıları kapsayan bir anatomi çalışması yürütmüştür. Bu çalışmalarında enjeksiyon tekniğini uygulayarak, yani dokular arasına kısa zamanda donan bir maddeyi zerk ederek, yapıyı tespit edip, onu en ince ayrıntısına kadar, en doğru şekilde belirlemeye çalışmıştır. Bu gayretleri sonucunda, özellikle kalp, mide, muhtelif damarlar ve kasların yapısını günümüze uygun olarak belirlemeyi başarmıştır. Kalbin kapakçıkları ve hareketi üzerinde dikkatini yoğunlaştırarak, kalbin adeta bir tulumba şeklinde çalıştığını belirtmiştir.
Leonardo anatomi çalışmalarını karşılaştırmalı olarak yürütmüş, insanın anatomik yapısı ile muhtelif hayvanların anatomik yapılarını karşılaştırmıştır. Bunlardan biri de atların bacak ve ayak kemikleri ile insanınki arasında yaptığı ilginç ve günümüzde de doğru olarak kabul edilen karşılaştırmasıdır. Teknoloji ile ilgili olarak bazı projeler geliştiren Leonardo, kuşların kanat ve kas yapısından hareketle, insanların da belli bir düzenek sayesinde uçabileceği anlayışını geliştirmiş ve bu yolda bazı araştırmalar yapmıştır. Aynı şekilde balıklar gibi, insanların da denizin altında yaşayabileceğini varsayan Leonardo'nun ilk denizaltı projelerini geliştirdiği görülmektedir.
Leonardo bir ressam, bir bilim adamı ve bir mühendistir; ancak o günlerde yaygın olarak kabul gören hümanizm görüşünü de desteklemiş ve klasik Yunan düşünürlerinin ve yazarlarının yeniden incelenmesi ve benimsenmesi gerektiğini hararetle savunmuştur. Ona göre bilim adamları tıpkı Aristoteles ve Platon gibi, kendi düşüncelerini hiçbir etki altında kalmadan geliştirmeli ve savunmalıdır.
On altıncı yüzyıl bilimlerde otoritelerin yıkıldığı bir dönemdir; astronomide Batlamyus sistemi yıkılırken, tıpta Galen otoritesi son bulmuştur.
Astronomi
Yakın dönem astronomi çalışmalarının genellikle
üç alanda yoğunlaştığı görülmektedir:
1. Özellikle
Herchell ve Halley’in yapmış oldukları gözlemler sonucunda Güneş sistemine
ilişkin gözlemsel veriler artmıştır.
2. Astronominin
kuramsal yönünü oluşturan ve elde edilen gözlemsel verileri değerlendirerek
gökcisimlerinin hareketlerinin matematiksel açıklamasını veren dinamik
astronomi gelişmiştir. Mesela Laplace, Güneş sistemindeki bütün gezegenlerin
hareketlerinin matematiksel olarak gösterilebileceğini öne sürmüştür.
3. Fizik ve kimya
alanlarında yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen veriler doğrultusunda
yıldızların yapısını inceleyen astrofizik ve evrenin yapısını inceleyen
kozmoloji gibi yeni bilim alanları ortaya çıkmıştır. Özellikle astrofizikte
Frounhofer ve Kirchoff’un, kozmolojide ise Kant ve Laplace’ın yapmış olduğu
araştırmalar çığır açıcı niteliktedir.
Fizik
Bu dönemdeki fizik
araştırmalarının özellikle elektrik konusunda yoğunlaştığı ve Gilbert ve Otto
von Guericke’in ardından, Du Fay, Franklin, Cavendish, Coulomb, Galvani, Ampere
ve Volta’nın çalışmaları sonucunda elektriğin bağımsız bir fizik dalı olarak
ortaya çıktığı görülmektedir.
Ayrıca, ses, ışık,
ısı ve enerjinin doğasını açıklamaya yönelik çalışmalar yoğunlaşmış ve bu
fiziksel varlıklar arasındaki ilişkiler matematiksel olarak gösterilmiştir.
Dalton, kimyasal
tepkimeleri açıklamak için Atom Kuramı’nı, Young ise ışığa ilişkin çağdaş Dalga
Kuramı’nı geliştirmiştir.
Bu dönemde doğa
bilimlerinden botanik ve zooloji alanlarındaki çalışmalar gelişmiş ve özellikle
Darwin’in dedesi Erasmus Darwin ve Lamarck’ın yapmış olduğu araştırmalar
sonucunda, yeni bitki ve hayvan türlerinin oluşumunu açıklamaya yönelik Evrim
Kuramı’nın temelleri atılmıştır.
Coğrafya
Bu dönemde on
beşinci yüzyılda başlayan coğrafî keşifler, Cook ‘un özellikle Antarktika ve
Dünya’nın diğer bölgelerine yapmış olduğu gezilerle tamamlanmıştır.
Teknik
Bu dönemde Sanayi
Devrimi’nin temelleri atılmış ve bu sayede üretime makinalar hakim olmaya
başlamıştır. Deniz ve kara araçlarının yanı sıra, hava araçları da
geliştirilmiştir. Montgolfier Kardeşler’in bu alandaki çalışmaları sonucunda
havacılığa ve uzay çalışmalarına giden yol açılmıştır.
Kimyanın gelişmesine
bağlı olarak madencilik ve metalurji sanayi de ilerlemiş ve üretim biçimi ve
buna bağlı olarak ürün verimi köklü bir değişim geçirmiştir. Ayrıca tarımda da
sanayileşme sürecine girilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder